Quantcast
Channel: MASKELİ ALLÂME
Viewing all 48 articles
Browse latest View live

Article 4

$
0
0

Bir boşluktan ibaretiz...Kalabalıklarda ki yalnızlığa var gücüyle koşan , var gücüyle yanlızlaşan, var olan , var olanı yok eden , var olanlardan yokolmayı seçen, basit yaratıklarız. Bir çok yol var hayatımızda ,önümüzde seçilmeyi bekleyen ama asla seçilmeyen. İçimizde ve ardımızda kalan , bitmeyen , bitse bile başka bi çıkmaz yolla birleşip sonsuzluğun soğuk hücrelerine bizi hapseden. Her yolun sonunda ki aynı çıkmaz labirent olan yalnızlık. Yalnızlıkla pençeleşen sakin bir kalabalıktır insan. Bir çok arkadaşı, sevgilisi, ailesi, akrabası, hilesi, hurdasıyla aslında yalnızdır. Yatağına döndüğünde başına yorganı çekince ya da sokakta insanlardan soyutlayıp beynini bir düşüncenin kıvrak pençelerine yakalatarak düşünmek lanetiyle uğraşan yahut sadece uzaklara bakan insanlarız hepimiz hayatımızın kısacık anlarında yalnızın yani sadece yaşadığımıza inandığımız zamanlarda.

Bazen insan başını kaldırıp gökyüzüne içindekileri kusmak ister hızlıca esen rüzgar eşliğindeki bulutlara yada uçmak ister tüm kainatın üstünde hızlıca bazen durur... bazen durmak ister, koşar yahut, tek derdi evine ekmek götürmek olur yada bu gün partide ne giysem... Bazen içmek ister, içer bazen , bazen zaten içiyodur ama farketmez, fark edemez. Yalnızlık denen korkunç ejdarhanın alevleriyle savaşmaya o denli dalmıştır ki aslında önünde yanan bir kibrit çöpüdür sadece fark edemez, algıları karışır, hissedemez duyguları kararsızlaşmıştır çünkü...

İnsan hep yaşar tek ve hür, yalnızbaşına... Zalim olur çoğu kez insanlığa ama en çok kendine zalimdir. Hep en çok acıyı çeker, hep terk edilir birileri tarafından, kalabalıklara karışır kendine duyduğu korkudan. Evet insan en çok kendinden korkar çünkü insan kendinden başka hiçkimseye en sadist duygularını açamaz yada gerçekten yalnız olduğunu itiraf edemez, en iyi yalanı kendine konuşur ve hiç bir doğruya inanmaz. Yaz sabahlarında hafif sam yelini, fırtınalı tipi gibi hissettirir kendine. İnsan kendine acımasızdır, kendini yalnızlaştırır.

Hep bir yola gider yolun biteceği umuduyla ama yol asla bitmez...

Yalnız Adamın Günlüleri 3

$
0
0
Bir gece nöbeti daha başlamak üzereydi. Vakit olması gereken zamanı temsilen duvardaki saatte şeklini alıyordu ve bir geceden beklenen her şey vardı. Dalları hafifçe birbirine çarpan ağaçlar, titrek gece kuşu sesleri, arka mahallelerdeki kedilerin çok sesli olmayan miyav sesleri ve ürpertici bir gece karanlığı, aysız ve yıldızsız. Hali hazırda kendime baktığım zaman ise hiçbirşey kaybetmemişim önceki zamanımdan yine yalnız ve yine efkarlı bir vaziyeti hal vuku bulmuş bedenimde.

Sessiz düşüncelerimin ardı arkası kesilmeyen çığlıklarına karışıyordu sönmeye yakın olan sigaramın dumanı. Darmadağın saçlarımın anlatmak istediklerine dilim varmasada kendileri  zaten belli ediyordu umarsızlığımı. Aklımda ise karmakarışık bir giriftarlıktaki düşüncelerimin arasından senin güzel gözlerinin yansımasını bulmaksa zor değildi. Evet güzel gözlerin hala zihnimin en parlak köşesinde hatırlanmayı ve her hatırladığımda keşke dedirtmeyi beklemekteydi fakat artık kendime bir söz vermiştim keşke demeyeceğim diye. Bir insan ne kadar tahammül edebilirki kendine verdiği yalandan sözleri tutmak için, biliyorum birazdan bu sözümüde çiğneyip keşkelerle başlayan ağıtlarımı yakacağım ürpertici gecenin karanlık saatlerine...

Ne kadar güçsüz olduğumu yüzüme vurma hakkını sana tanıyorum bu sefer, haykır hadi... Sensizliğe tahammül edemiyorum, ben güçsüz bir adamın sana karşı kurduğum tüm kalkanlarımı çoktan parçaladım, Seni unutmak için kendime verdiğim dirayetsiz sözlerin hepsini yaka paça zihnimden dışarı attım. Şimdilerde ise yalnızlığını kabullenmeye zorlanmış bir adamın gurursuzluğu var yüreğimde. Her anında senden bir parça bulan ve bu parçaları birleştirip bir sen yaratmaya çalışan yeni nesil bir Doktor Frankenstay oluyorum ve bundan hiç şikayet etmiyorum.

Ohh... İçime çekmeliyim bu kapkaranlık gökyüzünün güneşe karşı verdiği savaşta ki yenilgisinin ardından oluşan kızıl vaktin zafer kokusunu. Aydınlığın bu kanlı zaferini bende kutlamalıyım ağaçların kendi el birlikleriyle kurdukları yeşil yapraklı zafer taklarının altında ve kendi savaşımın mağlubiyeti unutmalıyım bu gecenin sonunda nasılsa ertesi gece yine aynı manzara peyda olacak ve yine güzel gözlerine duyduğum aşk sonucu oluşan nefret duygusunu tüm damarlarımdaki kanda hissedeceğim ve artık yaşam sıvım vakitsizce öldürülmüş bir ejderin kanı gibi köpürerek yükselecek damarlarımda beynime ve yakıcı düşüncelerim deliliklerimi saflaştıracak. Unutmayla yaptığım müttefiklik yine mağlup edilecek ve sen düşlerime gireceksin...

Her zaman bu düşü keyifle izleyeceğim...


Yalnız Adamın Günlükleri 4

$
0
0
Sabah oldu, bir çırpıda... Ne yazık. Çok güzel olmasa bile yeteri kadar güzelliği gözümüzde canlandıran gece epeydir ölü bir vaziyette yeniden doğuşunu bekliyor. Yalnız adam ise yeni ağarmış günün pejmurde anlarıyla ilgilenmeden güne küfrediyor ve yaşamak zorunda olduklarını yaşamak için uykusuz bir vaziyette yatağından doğruluyor. Bu hareketi uyuduğunun belirteçi değildir ha yanlış anlamayın, sadece uyumak için girdiği yatağını kendine düşünce mezarı haline getirip bir çin işkencesi tadında geceyi bitiirdiği anlamına gelir. Evet tadında çünkü hayat onun için lezzetlerden oluşma bir hengamedir ki bu lezzetlerin hiçbirinin çok tatlı olduğu söylenemez hatta hepsi rezilce iğrençtir.

Kafasını kaldırdığında iki ufak kanadın pervasızca çırpınışlarını duymak için kulak kesildi ve pencerenin perforjelerine baktığında minicik bir serçenin gece başından beri yağan ve dinnek bilmeyen sert yağmurundan pencersine sığındığını gördü. Serçecik bir demirden diğerine atlıyor ve odanın içini süzüyordu sanki bu odanın penceresine yıllardır konuyormuş ve rutin bir kontrole geliyormuş gibi. Yalnız adam serçeyi izlemeyi sürdürdü ta ki serçecik bu yıkık odanın manzarasında bıkıp kendini özgür dünyasına doğru kanat çırpmaya zorlayıncaya dek. Yalnız adam da bu özğürlüğe uçuşu takdir edercesine serçeciğin peşinden gurula baktı ve başını öne eğdi. Yıllardır hiç dinlenmemiş gibi çöktü başı ve kıpırdayamadı uzun bir süre. Mor halkalı ela gözleri odanın içinde akşamdan kalan yarım sigara paketini aradı ve yatağın yanında ki dede yadigarı komodinin üzerinde yalnız adamın elleriyle birleşti yarım paket sigara. Kısa bir sevişme gibiydi yalnız adamın sigarayla olan merasimi...

Merasim çabuk bitti, yalnız adamın istediği kadar çabuk alışkın değildi belki bu denli kısa seramonilere, öncelerini hatırladı sigara paketine uzanırken gerilirdi ve yavaşça işaret parmağının üstüne vururdu paketini, bir dal sigara yavaştan kayardı aşağıya doğru ipincecik bir kadının ayak bileğine dokunur gibi çekip çıkarırdı sigarayı yavaşça ağzına götürür ve yakmadan önce kuru tütünün kokusunu tadardı. Sigarayı ağzından alıp tekrar bakardı ve aynı yavaşlıkla geri koyardı uzun uzun ateşler ve ilk derin dumanını gökyüzüne doğru basitçe bir kibirle üflerdi bundan sonrası ise yavaş gelen ölümün ayak sesleri gibi çıtırtılı ve yavaştı. Şimdilerde ise sadece beyninin yorgunluğunu alması için çabucak bitirilen bir nesneydi onun için.

Yalnız adam sigara içmeyi bile unutmuştu çoğu güzel yaptığı davranışlarını unuttuğu gibi alışkanlıklarının üstünede bir çarpı atmıştı. Şimdilerde geçen günler anımsamak için odasının duvarlarına çentikler aıyordu kararı odasını çentikle doldurduğu gün ölmekti ya tanrının eliyle yada kendi imkanları ile.

Odada artık çok az boşluklu duvar vardı...

Umudum ve hayalim sadece seninle daha fazla sevişmekti...

$
0
0



 ... Işıksız bir günün mutsuz akşamıydı o gece. Hatırlamazsın, bunun yazıldığının dahi farkında değilsin. Tutsak bir geceye yelken açmıştık, o zaman aklımdan çıkmayacakmışcasına kilitlenmişti bana. Kapıdan girişini duyar gibiyim, İçeriye doğru yavaş adımlarla süzüldün. Masamda boş bakışlarla oturuyordum ta ki gözlerim senin gözlerinle buluşana dek. Alevlerle yanan bir çift kuyu gibi bana bakıyordu içime, o en hayvani en yaşamsal bölgeme. Bir saldelye çektin tahta parkeleri gıcırdata gıcırdata, hiç huyun olmadığı halde tersten oturdun sandalyeye, kollarını bağladın ve bacaklarnı sarkıttın o an Afrodid çıkıp gelse yunan dağlarından o denli şehvetle oturamazdı yada Diana gelseydi Romadan o denli güzel duramazdı.

Bakışlarınla başlamıştı herşey hiç konuşmadık. Dudaklarım dudaklarınla birleşinceye dek hareket bile etmedik. Seni izlemek bile yetiyordu basit olan insanoğluna. Giydiğin kırmızı elbise bacaklarından yukarıya doğru seni okşarken bile kanım çekiliyordu. Bir anda o kıvrak vucudunun bir insanoğlunun yapamayacağı kadar kıvrıldığını ve benim sandalyeme geldiğini hatırlıyorum, geriye kalan ayrıntılar fasa fiso. Saçlarının göğsüme değdiğini hissettim, ateşim artıyordu ve o an emindim ki senin ateşinin de eksik yanı yoktu. Yavaşça ve tadı çıkarılır bir vaziyette gömleğimin düğmelerini çözmen gerekirken sen bir çırpıda aceleci olmadan fakat şehvetin doruklarında olabilecek bir sertlikle gömleğimi parçaladın. O an bacaklarımda hissettiğim vucudunun ağırlığı hafiflemekte ve boynunun en ücra köşelerine kadar sürdüğün parfümünün kokusu burmunda egemenliğini ilan etmekteydi. Başımı tuttun ve boynuna dayadın. En izzetli adamın bile dayanamayacağı bir güzellikten kendimi mahrum etmedim dudaklarım boynunda alevlendi ve giderek artan sıcaklıkla nefesimiz camları buğuladı.

Ellerin göğsümden kayıyordu tıpkı elbiseni omuzlarından aşağı kaydırdığım gibi. Vucutlarımızda ki tüm ölü hücreler o an can buldu ve birleşmek için kendilerini parçaladı. Biz ise aceleci olmadan birbirimizi sonlara götürmeye başladık. Dudakların göğsümde dolaşıyor ellerim ise göğüslerinde dile geliyordu sanki. Duyarşızlaşmıştım artık hangi vucut benim hangisi senin ayırt edemiyordum. Seni kucakladım dudaklarım dudaklarını tadarken ufak kanepede bulduk birbirimizi çırılçıplaktık, cennetteymişiz gibi. Oysa o ateş sadece cehennemlikti.

Nefesim gitgide hızlanırken seninde beni okşaman o denli artıyordu artık kafeslerine sığmayan iki kuş gibi çırpınıyorduk. Zaman, mekan ya da hikayelerde ve romanlarda olması gereken ne varsa kaybolmuştu sadece sen ve ben vardık. Hızlanıyorduk kızıl saçlarının her sağ sol darbesinde biraz daha hayvanlaşıyorduk. İnsanlığımızı soyutlayıp iki ilkel canlı gibi birbirimizle sevişiyorduk tüm duygulardan arınmış saf bir şehvetle. Terim bacaklarından akıyordu, bense sırtından terini içiyordum kana kana, günlerce susuz kalmış bir çöl bedevisi gibi. Nihayi bitime ramak kala çığlıklarımız yankılanıyordu odanın kubbesinde artık ikimizde aynı olmazdık birbirine içiçe karışmış iki bedenin buluşmasını yaşayan ve masum olmayan ruhlardık...

Herşey yıllar kadar uzundu fakat gidiğin çok ani, çantanı aldın rujunu tazeledin ve çıkıp gittin. Buğulu camlara elinle yazdığın hoşçakal bile su olup akmaya başladı. İşte o an zaman yılları kovalasa o kadar cabuk geçmezdi ve o an beni öldürseydin bu kadar canım acımazdı belki.

Umudum ve hayalim sadece seninle daha fazla sevişmekti...

Kurtuluş

$
0
0


Zamanın kumları ağır ağır saatindeki yerini alırken peyda olacaklardan habersiz düşmeye başlamışlardı ve o an gümüş kemerli kader oluşumunu tamamlayıp yeni bir adamın hikayesini yamaktaydı. Yorgunluk, uykusuzluk ve benzeri birçok özellik yüklendi ve dünyaya fırlatıldı adam. Gözünü açtığında dokuz dallı her dokuz dalın ucunda doksan adamlı bir  çevrede buldu kendini. Tiksinerek bakarken gökdelenlere ağzı bozulurdu sıkı sık. Kahve içerdi kaharan karalığında, sigarasını eksik etmezdi iki dudağının arasında ve gönlünde aynı terane ile boğuşur dururdu... Yalnızlıkla.

Hiçkimseyi küçümsemezdi , defalarca kez küçümsensede. Eleştirmezdi yerli yersiz, sayısız eleştirilere göğüs gersede. Açmazdı pencerelerini kalbinin bir başka kişiye yada bir zaman öyle zannetmişti keyfiyyetsizce. Fakat bir gün gümüş kemerli kader olmayanı yazdı. ağlamaya başladı bir gün adam yağmursuz hatta bulutsuz bir günde toprağı ıslattı saatlerce. Sıkıldı kalktı bir süre sonra yavaş yavaş gülümsemeye, beceremedi tabiki asla beceremediği gülümsemeyi bir kez daha. Yanan canının yanma sebebini öğrenmeye tenezzul bile etmedi çünkü bilinen şeyler kılavuz istemezdi öyle demişti günün birinde yaşlı bir adam.

Her şey gecici bir hayata anlam verirken o sabretti, bekledi güneşin boz tepelerden doğup tüm karanlığı aydınlatmasını. Bekledi gözlerinin aydınlığa merhaba deyip kendi kasvetini görmesini. Sıcaklık artmaya başladığında bir taş hissetti yanında, ayağında bağlı ve aşağıya düşmeye kararlı, bakıp sordu kadere neden diye bir kez daha ve cevap alamadı son sözlerine birdaha. Ne zaman konuşursam sessizliğe doğru bakıyorum diye düşündü ve tekmeledi taşı, soğuk suyun altına doğru yavaşça kayarken, bir sebeb aradı. Boşver dedi sessizce ve tek başına uğurlandı...

Kalabalık Yanlızlığım

$
0
0


Gölgelenmişti bir kere masum yüzlü ay dede ve günahkar kılılmıştı sisli gece. İnkar etme şansları olmadan ve de kendilerini savunamadan idam sephasına götürülmüş ve tez elden idam edilmişlerdi karanlıkların prensine ve pres aldı onları yeniden diriltti. Ay dedenin yüzünü karartıp şekilsiz bir vaziyette korku salması için koydu insanlığın tepesine ve gece hırçın bir karanlıkla tekrar örülmeye başladı.

Bitmişti aslında fakat ben algılayamamıştım. Soğuk ve sıradanlaşan dünyadaki değişimleri teker teker atlamıştım çünkü yanlızlığa o kadar alışmıştım ki masum bir sarılıp yatmayı aşk sanar olmuş fakat rüyalarımdaki kadınları gerçek sanarak uyanmıştım. Sirayet eden umutsuzluğun beni, akılalmaz sizofrenisinde yapayanlız bir kalabalığı oynamak zorunda bırakmış ve ben hiç zorlanmamıştım. Aksine bu o kadar hoşuma gitmeye başlamıştı ki gerçeklerin soğuk ve sıkıcılığını kenara itip yalandan dünyamı gerçek sayar ve sözde mutluluklarla yaşayıp gider olmuştum. Ta ki iki gece önceki kabusun uykularımı idam edişine kadar...

Uyuyamadan yaşıyordum ve aslında ızdırapların en büyüğüymüş gibi geliyordu. Tüm lezzetlerini sanki bir çırpıda silmişti hayat. Yalanların tatlı buseleri ile uyuyakalmak, gerçeklerin zalim kırbaçları ile yaşamak arasında seçim yapmam zor olmamıştı fakat artık ortada bir seçimden çok mecburiyet kalmıştı.

Uyuyamadan ayakta kalmak. Zorların belkide en zoru şeklini alıp karanlık suların sonu gelmeyen anaforlarında yüzlerce kez boğuyordu beni ve daha canım yeni çıkmışken hayatı tekrar bahşedip tekrar ölüme sürüklüyordu, tekrar, tekrar, tekrar... Zavallı prometheus diye başlayan tüm cümleleri lügatımdan çıkarmaya karar vermem işte tam bu ana tekabul ediyordu. Prometheus zamanın mitolojik yardımcısı, insanlığın dostu ve tanrıların ateşini insanlığa ulaştıran zat. Cezası benden farlı değildi belkide bundan ilgimi çekiyordu bir çok mit. Birilerinin, bir zamanlar uydurdukları yada türettikleri kültürel mitolojiler bu kadar birbirine benzerken acaba o zamanlardanda biri benim gibimiydi.

Buna cevabım keşke süphesiz olsaydıda kendimi yalnız hissetmeseydim. Ne yazık, ne talihsiz insanın kendini yapayalnız hissetmesi. Bunca sürüklenen kalabalıklara inat...

TARİFSİZLİĞİM

$
0
0


Biliyorum bir çok şiirime yazıma konu olacaksın ve bir çok gece uykularımın geri dönmeksizin kaçmasına sebep olacaksın. Duygularımın manalarında ben her geçen gün biraz daha boğulurken sen duyglarımın dahi hükmedemeyeceği bir yerde olacaksın. Yüzüne doğru düzgün bakamıyorum sadece gözlerin kazınıyor her saniye aklıma ve önümde kanlı canlı duruken bana en uzak menzilde oluyorsun. Kanatıyorsun git gide artan bir tarifsiz kelimeyle. Tarif edemediğim edebilmeye kelimelerimin yetmediği bir duyguyla hükmediyorsun gönül krallığıma. Kimsenin giremediği bazılarının ise girmeye tenezzül bile etmediği bir krallığın tac giymemiş efendisi olmak belkide senin gurur duymayacağın bir şey şayet bunun farkında olsan tabi.

Platonik aşıklara her gün acıyarak bakmam belkide şuan yaşadıklarımın günahıdır yada bu günahım için şuan cehhenneme girmeden yanmanın acısı ile sevinç çığlıkları atmaktayım. Her sigara yakışımda senin içine çektiğin havadan mahrum kalmak bile yetiyor bana yada her gece karanlığına baktığımda gözlerinin belirmesi yetiyor kalbimin kat kat artan çırpınışlarına ve şuan beni bu şekilde tarumar ederken sen yatağında benden habersiz güzel bir uykunun içine düşmüş olabilme ihtimalin ve bu uykunun içersinde bir an dahi olsa senin rüyana girebilmenin umudu var ya. İşte o umut bile kırk yıl bela yağmurunun altında dolaşmam için bir nedendir.

Evet haklısınız saçmalıyorum, saçmalamamın en mantıklı sebebi sen iken saçmalamaktan gocunmuyorum ve ben seni sevebilme ihtimalini sevdim cümlesini ilk defa bu denli kanıksayarak geceye haykırıyorum. Seni anlatmaya kelimlerim yetmiyor yetse dahi ömrümün bu denli uzun olacağını düşünmüyorum. Keşkelerle yaşamaktan bıkmış olan ben bir kez daha keşkenin katı zulmünde olmaktan galiba mutluluk duyuyorum. Yarın da gözlerinin içinde kaybolmak ve belki bu kayboluşumdan etkinlenmen için bir an önce sabah olmasını bekliyorum uykunun haram olduğu şu saatlerde senin cismini beynime kazıdığım için kendimi suçlu hissediyorum ve bu suçumla kendimi saçlarının parmaklığını , gözlerinin bekçiliğini üstlendiği mahpuslukta tek başıma mahkum buluyorum ve tek isteğimin müebbet yemek olmasını diliyorum.

Sensizliğin hükmündeki bir gecem ve bu gecedeki hayal perdem iyi uykular....

TARİFSİZLİĞİM 2

$
0
0

Onu görmek yetmez ki onun gördüğü gibi dünyayı görebilmek yada onun gördüğü gözlerin baktığı yerleri arşınlamak belki kafi gelirdi. Baktığı yerdeki kırk yıllık bereketi anlatmaya tariflerim yetebilirmi ki?

Tarif etmek zor içimdeki tarifsizliği her anında onun bir parçasının dünyaya kazınmış olduğunu öğrenmek ve bu öğrenmenin bitmeyişi değil mi onu her zaman daha fazla özlememin sebebi. En yakınında olduğunda dahi o kadar uzak kalabilmesi yahut bir sigara dumanındaki akislerin onun ismini gökyüzüne karalaması. Sizofrenik hayllerimin hepsinin onun cevresindeki dünyayı kapsaması ve her gece onunn rüyama girmesi için erken uyumamam ve rüyalarıma gelmeyince ani ataklarla yataktan fırlayışlarım. Gözlerinin gökyüzündeki yansımalarını görebilmek için yada rüzgarla dalgalanan kokusunun bana ulaşabilmesi için bilmediğim mekanlarda onu aramak, onu sormak her köşe başında...

Tarifsiz, anlamsız ve çoğu kez sebebini bilemediğim bir acının tarifsizliği ile boğuşmalarım hasretimi tuza banıp yedikten sonra bir gece yarısı su aramak gibi. Ağzımı her o suya dayadığımda aklımın binlerce köşesinden bir anda fırlayan hayaletler gibi odama doğması.

Çoğunuza anlamsız gelen bu duygunun bir zamanlar bana anlamsız gelmesinin damağımda bıraktığı acı tat ve bunlar gibi tarif edemediğim binlerce hissiyat ve bir dostun dediği gibi onu görmek çarmıha gerinmiş an kadar milatken bu hisleri anlatamamak. Zor, çok zor, hatta zordan da zor...

Ne anlatıyorum ben ya kendimin anlamlandıramadığı, kelimelerimin yetmediği, dilimin dönmediği zamanlar kime ne anlatıyorum ya. Şunu bilin okuyucular benim gibi anlatmaya çalışmayın çünkü böyle bişey anlatılmaz, anlatmaya çalışırsan da kardeşin gibi saçmalarsın...

Aşık olan herkez için gelsin bu parça....



TARİFSİZLİĞİM 3

$
0
0


Bazen uzun uzadıya yazmaya gerek yoktur, kısa bir cümle bile anlatır aslında herşeyi...



Kaçamak, kaçamak ona bakmak, suya bakmak değildi belki; ama ona bakmak, herşeye inanmaktı...

Başlıksız

$
0
0
Siyah bir sisin gölgeleyebileceği en berbat günlerden biri değildi belki ama karanlığın esaretine giren yıldızlar bir kez daha yalnız bırakmıştı bizi. Ben ve o soğuk, hafif ıslak bir bankta oturmuş konuşmadan birbirimize bakıyorduk meze ettiğimiz hicranlarımızı beş para etmeyecek iki şişe şarapla tırtıklarken gecenin soğuk rüzgarlarına karşı paltolarımız siper ediyorduk. Derin bir of çekti o, elindeki gazete kağıdına sarılı şarap şişesini ağzına götürürken, büyükçe bir yudum aldı gözyaşları daha yanaklarından süzülmeden ve incelttiği bakışlarına ufuk çizgisine dikti. Neredeyse sağır olacaktım gözlerinin aralıksız haykırışlarında. Gözlerini ufuktan ayırmadan bana bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ama ikimizinde farkında olduğu şey birbirimizle konuşamadığımızdı.

Tüm duygularını odaklamaya çalıştı ve güç bela ağzından bir kaç kelime dökebildi, ne söylediğini hatırlamıyorum eminim ki o da hatırlamıyordu ve karanlık inatla üzerimize kapanıyordu. Soğuyan sadece hava değildi, yüreklerimizde ağır ağır soğuyordu, en acısıda hiçbirşey yapamıyorduk. Aslında bir başlasak dünyanın sonuna kadar anlatabilirdik birbirimize nasıl sevdiğimizi ve neden şu an elimiz kolumuz bağlı bu bankta oturduğumuzu. Edebiyat yapamazdık, tatlı yalanlar edemezdik çünkü beceremezdik. Karizmatik, yakışıklı, güzel yada alımlı falan da değildik. Biz sadece tek suçu aşka inanmak olan iki hercai serseriydik. Sen benim hiçbir şeyimsin diyemedik yada mecbur değildik. Basitçe sevebilmeyi dahi beceremeyen sakar tiplerdendik.

Hiçbir zaman karışamadık toplumcu gerçekçi yalnızlığa yada yüksek rakımlı dağlarda çatlamış budaklarımızı birine dayatamadık. Sevemedik rezilce, hiç yorulmadık ansızın. Bülbüllerde bizim lisanımızla ötüşmedi, şaraptan başka günahta işleyemedik doğru düzgün. Filozof olmaya da çalışmadık sırılsıklam aşıkta olamadık.

Biz sadece birbirini seven iki aşıktık. Basit, sıradan... Öyle ki aynı gece vakti aynı bankta oturup aynı şeyleri düşünüp aynı içkiyi içerken bile birbirimize söz söyleyemedik. Ne o siyah saçlarında yalpalayan rüzgara meyletti nede ben onun gözlerini izlerken konuşabildim. Sustuk, belkide ebediyete kadar. Sonrasında yavaşça doğruldu, hançerli gözlerini bana dikti, ben dondum, şarabı kafasına dikti, şişeyi denize fırlattı ve sevemeyiz artık dedi o gün aklımda kalan iki kelimeyi söyledi ve kız başına karanlığa kapılıp gitti.

Uyandım, sırılsıklam olmuştum... Başımı çevirdim o hala uyuyordu...

İNTEHARCI

$
0
0
Boşluk... Nasıl olduğunu yada neden yapıldığını sormak anlamsız, hislerinin hepsini kaybettiğini ,göremediğini, duyamadığını düşün. Hatta düşünme bile. Hiçbirşeyin bile olmadığı bir boşluk. İşte tam şu anki hali gibiydi onun. Yalnız olduğunu söylememe gerek bile yok, bu vaziyetin içerisinde ki adam zaten yalnız olma hali dışında bir halde var olamaz. Sadece elime geçen üç beş yırtık günlük parçaları idi onun anlamlandırmamı sağlayan yada ben öyle zannediyordum.

Uyandım. Burası neresi.. Hıh tabi ya masanın üzerindeki yarım kalmış içki şişesi benden başka kime ait olabilir ki. Benden başka kim böyle berbat bir yerde yaşar ki. Bir bardak kahve aldım bu saatte içecek halim yok ya. Daha erken en azından benim için, şu kirli odanın haline bak, Köpek bile yaşamaz...

Kimi kandırıyorum neden kendi kendime konuşuyorum ben şu lanet dünyada beni umursayan yada her ay başı kirasını almak için gelip de alamayan ev sahibinden başka hayatta olduğumu umursayan bir insan bile yok. İnsanı geçtim bir canlı yok, sivrisinekler bile odama girmiyor. Bu melanetlik içerisinde yaşayıp yaşamamın bir anlamı olmasını isterdim ama yok. Olmayacakta. Şu sokağın haline bak binlerce insan geçiyor buradan ama hiçbirinin umurunda değilim, kendimi geçtim diğer insanlarında umurunda olan bir insan yok. Acıları, sevinçleri, hüzünleri yada o ağız dolusu kahkahaları hiçbiri gerçek değil. Bu insanlar gerçekliğin soyutladığı yaşamsal organizmalar o kadar fazlası değil. İnanmasaydım ruhlarının dahi olmadığını söyleyebilirdim. Gerçi inancımın ne değeri var ki onunda umurunda değilim. Benim tek farkımda olan heralde şuan odamı herhangi bir yerinde kendimi asmamı bekleyen şeytan herhalde. Onun da isteğini gerçekleştireceğim. Belki şimdi belki başka zaman.

Kahvem bitmiş, saatte epey ilerlemiş... Artık içmenin vakti geldi. Eyvah dolapta sadece bir şişe rakı kalmış, neyse problem değil yeter bu gecelik. Doldurdum sek, mezesiz içiyorum. İnsanların tanımsız suratları geliyor önüme hiç tanımadığım yada daha önceden tanıyıp da kaybettiğim. Yüzleri yavaşça siliniyor hafızamdan unutuyorum yavaş yavaş. Uzun süredir acı çekmediğimi hatırlıyorum aniden. Acı nasıl bir şeydi bu soru bile içimi yakıyor. Masanın üzerinde bir jilet beliriyor gözüme hafif paslı. Jileti alıp koluma bir çizik atıyorum çok derin değil, canım yanmıyor akan epeyce kana nazaran. Bir kesik daha , bir kesik daha hissetmiyorum.

Acıyı unutmuşum bunu fark ediyorum. Şu lanet dünyada elimde olan son hissi de kaybetmişim. Evet şeytan kısık kısık gülümsemelerini duyuyorum biraz daha zorlasam göreceğim hatta, peki istediğin olsun. Bileğime derin bir kesik açıyorum. Hıh yine acı yok. Oluk oluk kanım akarken bileğimde bir uyuşma hissediyorum. Garip, çok garip bir uzun bir süreden sonra fark ettiğim tek his. Bir ürperme alıyor bedenimi, hafif de bir titreme galiba üşümeye başladım bu yaz sıcağında. Son kadehimi içiyorum tek yudumda galiba artık içkiyede ihtiyacım olmayacak.

Eğer bu not birinin eline geçerse okuyan kişi şunu unutma ölümünde yaşamdan bir farkı yok....

Duyuyormusun

$
0
0


Kim olduğumu sormadan...
Nasıl olduğumu bilmeden...
Görmeden, gözükmeden,
Nasıl sevebildin sen beni.
Kapkaranlık gözlerimde,
Nasıl buldun masum mahremimi.
Çatık kaşlar altında ki
Gülümsemeye çalışan ama bir türlü başaramayan
İsyankar dudaklarımı...
Hıncahınç, doludizgin beni boğmaya çalışan kirli duvarların ardını
Çepeçevre sarındığım umutsuzluğun zırhını
Nasıl bir çırpıda delip geçtin...
Ve nasıl hükmettin,
Bunca zamandır taşlaştığını düşündüğüm kalbime...

Kızıl gül olmayaydı,
Yahut ayrılıkların hicranı
Belki olmazdım bu halde...
Ve belki bulamazdın beni böyle
Soramazdın, bilemezdin...

Anlamsız artık o mağrur bakışlar,
Denizin tam kıyısında dalgalara kafa tutmalar,
Rüzgara inat tepelerin üzerinde durmak...

İnsanın Füzyon Patlaması

$
0
0




Bir boşluk peyda olur içerimizde bir yerde. Tutamayız ellerimizle yahut göremeyiz bu dünyayı çepeçevre gören gözlerle. Bir günah yazdırır çoğu kez çetrefilli bir şaire, bir eza sonucudur çoğu güzel şiir...
Yalnızlık vardır elbet ama nereye kadar. Biteceğini bildiğin bir ömürü yaşamak mantık değerlerinde ne kadar doğru yahut çıkmazların sonucunda bir güzellik aramak... Boş laflar, yalanlar, ve hep daha güzel olacağını iddia eden yaşanmışlıktan nasib alamayan insanlar. Bir pankartla ideloloji oyunu oynayanlar. Ne kadar sıkıcı ve boş işlerle uğraşmaktayız, görmüyoruz bile aslolan imgeleri. Düşünmeden bulmaya çalışıyoruz yaratıcı güçleri. Hep bir boş ve onu dolduramayan hayat felsefeleri.....

Ne yazık!

$
0
0

Yukarıya doğru baktı ve yırtınan gökyüzünün homurtularıyla, korku duygusunun nasıl bir şey olduğunu hatırladı. İrkildi. Gözleri kendi etrafına şöyle bir baktığında ıslanmaya başlayan kaldırımlar ve sağa sola kaçışan insanlar gözüne çarptı. Birçoğunun tek derdi üzerilerine giydikleri markalı elbiselerin ıslanmaması ya da az önce lüks bir kuaförün bir kaç kimyasal kullanarak şekillendirilen saçlarının bozulmaması. İnsanların garip duygularının tekdüzeliği ile birleşen boş inançları biraz daha beni tiksindirirken, yalnızlığımda o denli perçinleniyordu. Yağmurdan bir insan neden kaçar ki. Asıl korkutucu olay yaşanmış bitmiş ve peşi sıra artık korkacak bir şey yok demeye çalışan gökyüzünün insanlara armağanından kaçılması saygısızlık, kıymet bilmezlik değilmidir. Bu düşünceler kafasında büyümeye yüz tutarken, arttıran yağmurun etkisiyle ceketinin yakalarını kaldırdı ve sahil kenarına doğru aheste adımlarla yürümeye başladı...

Sahil kenarı şehirden daha sade diye düşündü. İnsan yok, bina yok, betonlaşmış bir şehirden uzak, betonlaşan kalplerden uzak, şirin ve masum. Yağmurun tüm sevecenliği ile başbaşa oturan denizin sakinliği cezbediyordu onu. Tam kıvanıma gelmiş ve hafifçe yağmurla demlenen gökyüzü ise ayrı bir lezzeti tattırıyordu.       Ne yazık bitmeye mahkum olan bu güzelliğin insanlar tarafında bir kıyıya atılması ve sürekli kaçılması, ne yazık medeniyeti koca koca binalar arasında eriyip gitmek düşüncesinde ki zavallı insanların vaziyetlerine. Kısa bir ömrü kendi şahsiyetsizlikleri ile dolduran doğanın nefes kesen akışlarından mahrum olan insanlara acımak herhalde onun hakkıydı. Evet bize acımaya devam ediyordu, edecekti de.

Yavaş yavaş kararan gökyüzünün çırpınışları arasında gecenin koyu çarşafı dünyanın üzerine aheste bir biçimde yayılıyor, Ay yüzünü tepelerin ardından gösterirken bir kaç gümüşi yıldız çarşafın siyahlığını lekelemeye devam ediyordu o ise hala aynı sahil kıyısında bir kayanın üzerine oturmuş bu manzaraya bakıyor ve manzarasızlığından dert yanıyordu. Amansızca esmeye başlayan rüzgar içini titretti, tekrar irkildi. Geç olmuş saat kadranı artık kendisini bir bıçak acısı ile hissettirmeye başlamıştı evin yolunu tutması yada tutturması gerekiyordu bir şekilde. Öyle de yaptı.

Bu güzide manzaranın lezzetli keyfini artık sahil kıyısında ki kayalara bırakıyordu, kalpleri kayalaşanlar ise şehrin gürültülü ucuzluğunda kaybolmaya başlıyordu... Ne yazık!

Büyüdükçe Değişiyor İnsan

$
0
0


Her zaman ki gecelerden farklı bir gece değildi. Dostlarla buluşulup, dostane bir yemek gecenin başlangıcıydı. Masum muhabbetlerle demlenen dostluk katbekat artarken birimizin daha ayrılık günü gelip çatmıştı. Gülüştük epeyce gülüşlerimizin altında ki hüznü hissettirmeden birbirimize. Havadan sudan derken attık kendimizi sokağa. Şiirlere konu olan o cıvıl cıvıl diye tasvir edilenlerden değil, karanlık puslu desen ne alakaya maydonoz, yani anlayacağınız bildiğimiz sokak ama bizim sokağımız, şöyle üç adımda bir esnafa selam verileninden, çöpçüsüyle bile gece gece muhabbet edileninden. Neredeyse hepsi tanıdık. Molla Hüseyin Abimizin cayı olmadan günün geçmediği, her sabaha eşlik eden Çakır dayıdan alınmış sigarasına kadar, en kzıgın köfteci Tarık Ustasından., en yakışıklı berber Barış abisine kadar... Dedim ya bizim sokak.

Gece ilerlerken sokakta yürümekte cabası hani kalbur üstü gençliği tartışırken farkettik büyüdüğümüzü. İş telaşıyla harman okul bitirme telaşları yahut çoktan biten okulun pişmalığı en çokta bir dostun yeni başlayan üniversite anıları derken çayda demlendi anılarla karışık. E dedi dostlardan biri yarın iş var benim kaçmam lazım, eyvallah paşam görüşürüz yarın. Kalakaldık iki kişi bir dirhem üç çekirdek aman laf salatası hallice zaten ütüleme milletin kafasını neyse nedir dedi. Dostun lafı ağırdır bilirsiniz öyle herseferinde aman dedirtmez.

Ev yolunu tutmuşken ee eşşek değilsin ya bırakırsın bizide heralde muhabbetlerine birde bakkaldan alınan küçük kolalarla sigarada karışınca iş gene eski anılara doğru yelken açmasın mı. Eyvah ki ne eyvah biten üniversite anıları karışınca liseninkilere, eski aşklar  derken girince liseliler birbirine kavgasıydı vesaire ooo paşam gene devirdik gece yarısını. Aman ne olacak siktir et dedi. Malum çağın ilacı değilmi zaten alıştık mı bir sefer durmak yok daha. Dön yine gece yarısı sonrası güzel şehrimin sokaklarına...

Farketmediklerimizin farkına varmaya başlarken ki yalandır bu cümlede farkındayızdır da itiraf edemeyiz hallice, büyüdük demiş bulunduk. Hayda ulan gece yarısı girilirmi bu karmaşık yola. Dur kardeşim bir paket daha alayım bende, devam ettik yola. Meğerse ne kadar değişmişiz, biz değişirken dünyada durmamış tabi oda değişmiş, bizim dünyalarımızın değiştiği gibi ve kardeşim ne kadar çıkarcı adam varmış, meğerse herkesin bizdede bi çıkarı kalmış. E ne zannettin toz pembe hayallerimizin duvarlarını ördüğü küçük dünyamızın yerinde saydığını mı biz büyüdük dünya değişti biz değiştik etraf genişledi ve bu hengamede herkes artık kendi çıkarıyla bütünleşti.

Yalnızız desene sen şuna. Ne zaman yanlız değildikki zaten aslında sahnenin baş rölü değil tek oyuncusu değilmiydik. Seyircileri hep oyuncu zannetmedik mi biz iyi olursak onlarda iyi olur demedik mi? Dedikte öyle olmamış be kardeşim. Eee ne demişler Büyüdükçe değişiyor insan... Hadi eyvallah görüşürüz yarın akşam.

Article 1

$
0
0


Ağırlığı giderek artıyor üzerine bina edilen telaş ve yakarışın. Korkuları bir bir ele geçiriyor ruhunun derin katmanlarını. Karanlığa teslim olmuş dar sokağında yüreğinin, yavaş adımlarla aşkı aramaya yeltenen adamın sis bulutları ardında ki özğürlüğü görmesi an meselesi. Çan ve ezan seslerine karışık dumanların kapladığı gökyüzünün altında yaşam mücadelesi vermeye başlamadan hemen evvel yitirilen dostlukları aklına geldikçe ağlamamaya yeminli göz pınarları isyanın eşiğindeydi. Karanlık her şeyi gizler diye düşünmesi yeminini bozmasına yetmedi. Usul usul fısıldamaya başladı titrek dallarına ağaçların, yıldız ışıkları sızıyordu aralarında aydınlatmaya yetmiyordu fakat katranlaşan yürekleri. Masumane duygular geliyordu aklına anbean fakat yükselemiyordu içinde ki çocuksu duygular derken karanlık fısıldamaya başladı. Ağaçların aksine siddet ve hiddet doluydu sözleri bir rüzgarın şiddetli kırbaç salvoları gibi.

Yürümeye devam etti rüzgara, karanlığa ve çocuk düşlerine aldırmadan. Ayaklarına takılan umut kırıntılarının üzerine basa basa devam ediyordu çıkmaza ve koyu sisin içerisine doğru. Sesler, fısıltılar ve daha binlerce hissiyat kaplamaya yetmiyordu amaçsız düşüncelerini. Ani bir ürperişle durdu tam ortasında yolun şaşırdı deli düşler, donakaldı sisin kapladığı ağaçlar, fısıltılar yok oldu aniden... Etrafına göz gezdirdi adam boş boş bakınarak ve de şaşkınlık içerisinde. Bembeyaz etrafı yumuşak minderli odada olduğunu farketti üzerinde özensizce giydirilmiş bir deli gömleği...

Article 0

$
0
0


Anlamla bitişen tüm duygularım anlamsızlığa boyun eğiyor ve kalakalıyorum, gerçek apaçıkken kendini yalanlara inandıran insanları görünce. Giyilen zırhların parçalanmasını izliyorum gelip yeniden zayıf noktalar açık hedef olsun diye. Keşfedilmemiş dünyaların gizemle dopdolu serüvenleri önüne serilirken, bilinen dünyanın ezalı ve çetrefilli yollarını tekrar tekrar arşılamak neden ?

İnsan neden kendi katiline aşık olma gafletine düşer. Ne istenebilir ki dünyanın yavaş yavaş dönüşlerinden. Ne istenebilir ki bırakıp giden ve ardına bakmaya dahi tenezzül etmeyenden. Aşk acısı denen şeyim güzel taraflarına bakan gözler hangi canlıya verilmiş ki özene bezene aranıyor. İnsanın kedine acımasızlığı tanrıdan mı geliyor. Tanrı psikopat olabilir mi? Bile bile insanın kendi canını defalarca yakmasını isteyebilir mi? Süpheler içerisinde sıra sıra dimağımı darmadağın eden sorulara cevap aramaya çalışmak aslolan eziyet değilmidir.

Kendini kurtarmayı bilmemek insanoğluna yakışmıyor. Dibe doğru inişini kurtuluş zannediyor. Güzel ve iyi olan şey tam gözünün önünde dururken kendini uzaklara bakmaya adıyor ve gelecek diyor. Oysa ki kimsenin geleceği yok pirince giderken evimizden oluyoruz da farkına dahi varmıyoruz. Kinimizi kusuyoruz sonra neden kimse beni uyarmadı diye. Uyarılara algıları kapatınca insanın duyamayacağı anlamıyoruz.

Derin derin bakıyoruz ardından gözlerinin tam içerisine doğru ve içimizde filizleniyor ateş tohumu, anlayıp anlattığımız her şeyin gerçek olduğunu görüyoruz ve müdahale edemiyoruz. Artık kadere razı olmak zamanı, ihanetin kadar büyüktür öfkelerimin boyutu. Kaçamaklar hanesinde olmayan ismin birer birer tüm listelerimden silinmekte ve farkedemeyeceğin şiddette düşeceksin kendi gözlerinden acıyan canınla kalınca en sonunda düşüncelerimi duyacaksın rüzgar çığlığıyla kulaklarında

Ve sonra... sonrasında anlam kazanıcak herşey yaşayıp görülecekler...

YALNIZ ADAM UYANIŞ

$
0
0
Boğuk ve sisli bir gökyüzü altında gözlerini araladı doğru dürüst uyuyamadığı uykusundan, ayılmaya ve çevresinde olan biteni algılamaya başladığı sıralarda acıdığını hissetti içinin ve dışa vuruşları hoyratça olan anaforlu iç denizinin. Yatağı ucunda bir miktar oturdu ve bekledi günün süprizli vakitlerinin vucudunun saat kadranına yetişmesini. Ayağa kalkarken kemiklerinden çatırtı sesleri yükseliyordu sanki bin yıllık uykusunda uyanmış bir mumya gibi.

Perişanlık bakımından dünyada eşi benzeri olmayan odasına göz gezdirdi. Kırıklı çıkıklı bir kaç sandalyesi, üstü kirden ve rutubetten kararmış masası ve üzerinde duran tütün dumanının sararttığı kağıtlar bu pejmurdeliğe inat parıldayan bir kalem, dağınık yatağı ve perdeleri güneş ışığına mağruz kalmaktan bitap düşmüş kirli bir pencere önünde halinden gayet memnun bir saksı kaktüs.

Doğru dürüst uyumamanın verdiği yorgunluğun ağırlığı altında zar zor düşünebilme yetisini açık tutmaya çalışırken bir nebze olsun ferahlamaya acıkmış bir bedenin rahatlayabilmesi için en iyi ilacı icad eden bir bilim adamı vakurluğuyla bir kupa kahve yapabilmeyi başarabilmiş ve kirli penceresi önünden sokağa tenezzül dahi etmeden kaktüsüne bakmaya başlamıştı. Bazen sadece bakıyormu yoksa bir nefes süresi içerisinde hayatını mı anlatıyordu belirsiz. Bir bakış mesafesinden enteresan hayallerini ve çıkmaz aşklarından mı bahsediyordu da kaktüs kendini zorlayıp habire diken atmaya çalışıyordu o da belirsiz. Dışarıdan görünen sadece kalbur üstü deliliğinin zirvesine erişen bir adamın nirvanasıydı bu sahne.

Kahve bitmeye yakın bir sigaranın eşliği ile içinde ki tüm kasvet bir anda sigara dumanına karışarak odayı kaplamıştı. Pencerenin kiri sebebiyle zar zor içeri girmeye çalışan güneş ışığının altında bir vals gösterisini aratmadan dans eden dumanın görselliği mutlu ediyordu o nu ki hızlıca içtiği sigaranın dumanını bir bir aynı noktaya savuruyordu.

Derken ve zaman böylesine standardına uygun devam ederken odasını saran dumanın farkettirmesiyle başlayan bir yanlızlık serüveninde olduğunu anlamaya ve anlamlandırmaya başlamış buldu kendini. Pencerenin ucuna yerleşip sokağını izlemeye başladı bir yandan düşünür ve bir yandan düşüncesinde kaybolurken...

YALNIZ ADAM ÜRPERTİ

$
0
0
Issız sokağın çatırdayan hatıraları arasına karışmış bir kaç yırtık poşet çöp ve yığınla toz arasında ayakları yorgun parkeleri aşındıran meşgul insanların hengamesi içerisinde adamın bakışları delip geçiyordu sokağın ardına, dağ ve deniz zannettiği uzak kıyılara doğru. Bir öğlen sıcağından beklenen her şey vardı o an sokakta. Bir tek bizim adam yalnızlığının ona verdiği yetkiye dayanarak çıkamamıştı sokağa. Derken karıştı insanlık seli zamanın hızlı işleyen kısımlarına ve kaybolmaya başladı zaman insan kalabalığının arasında.

İlerleyen adımlara karışan hüzünler ayak altında çiğnenirken sahte gülüşmeler göklere çıkarılıyordu. İnsanların ellerinde krallığını ilan eden teknolojiler seyrini değiştiriyordu sevgi ve bağlılık denen ucubelerinin. Kimse düşmüyordu yere yada insan kalabalığından farkedilemiyordu düştüğü, herkesin bedenini yaslandığı sırça köşkün garantisindeydi yalnız tarafları.

Ah masumaneliğin yitip gittiği günün en güzel saatleri, ah özlemlerin karışıp çamura bulandığı toprak, telaşlı ve hıncahınç sinirle karışık rüzgarın yırttığı insan maskeleri derken fikrin savaşından çekip çıkarmıştı onu sokağın başında ki kırmızı elbise. Gözlerini daha derin açmaya çalıştı o an ve kenetlenmişti bedeni boşluğa vakit hızlı seyrini kenara bırakıp yavaşlamıştı birden ince topuklu ayaklarının bastığı her parke taşı şenleniyor yeşeriyordu adeta.

Gözlerini ovuşturdu ve dolu dolu bir yudum aldı soğumaya yüz tutan kahvesinden. Gündüz düşleri yeniden mi başladı diye sordu kendi kendine fakat rüya olamayacak  kadar güzel olan bir şeyin rüya olabilme ihtimali ile dimağını hiç yormadan gözlerini sokağın başına çoktan dikmişti. Kıpkırmızı bir elbiseye bürünmüş kadın ince topuklarıyla sokağın sesini kesiyordu bukle bukle saçlarını her savuruşunda rüzgarın başı dönüyor ve sağa sola çarpıyordu. Onun yürüdüğü yol kovalıyordu diğer insanları bal rengi gözleri kıskandırıyordu güneşi ve güneş korkmaya başlamıştı siliniyordu o şahane ışık hüzmesi. Hafiften pembe ruju ile buyukçe gümüşi küpeleri ve ayrıntılarına adamın dilinin dahi varamadığı vucut hatları arasında silinmişti sokak adamın gözlerinden ve efsunlu bir güzelliğin ele geçirdiğini hissediyordu bedenini.

Kırmızılı kadın sokak ortasında tam da adamın evinin karşısında ki apartmana meyletti kahverengi kirli bir demir kapıda kayboldu birden ve adam uyanmaya çalıştı kırıklı çıkıklı tam orta yeri bahar bahçe düşünden ve meraklı gözleri takılı kaldı kahverengi demir kirli ve o güne kadar duymadığı kadar sevgili kapıya...

YALNIZ ADAM KIRILMA

$
0
0
Bir anda gözleri açıldı adamın. Şiddetli bir şimşek patlamasının gökyüzünde uyandırdığı ani ışık hüzmesi misali. Geç kaldım diye düşündü evvelden henüz bir bacağı kırık olan masanın üzerinde ki saatine bakmadan. Derinden gelen ezan sesini duyunca ferahladı daha yeni sabah oluyordu, gün henüz uyanmıştı daha sabahlığı giymeden adamın üzerine gelmişti günün ilk ışıkları. İşi yoktu yahut yetişmesi gereken bir toplantı, eski arkadaş buluşması yada öyle bir şey. Tek derdi o an kahverengi, kirli kapıdan hayatına giren kadını bir kez daha görebilmekti ki bu anın düşüncesi dahi yıllardır hissetmediği bir heyecana sebep oluyor adamın kanını kaynatmaya fazlasıyla yetiyordu.

Bir kaç saatlik uykunun verdiği mahmurluğu üzerinden bir an evvel atabilmek için her günün değişmezi niteliğinde ki koyu kahvesini yapmaya meyletti, güneş henüz perdeleri ısıtmamışken. Kahve yapıldığında ilk yudumuyla beraber güneş çatılarda sevişmeye başlamıştı, bir sigara eşlik etti bu manzaranın lezzetini yaşarken adama. Pencerenin kenarına tüm vücudunu dayayarak karşı apartmanı süzmeye başlamıştı. Kahvenin her yudumuyla başka bir ayrıntı gözüne çarpıyor ve daha önce hiç dikkatini çekmeyen kirli beton yapı onun için estetik bir hal almaya başlıyordu.

Beton ve estetik kelimelerinin düşüncesinde bile bir araya gelmesi adam için fazlasıyla ütopik olsada bildiği şey o kadının o apartmanda olduğuydu. Düşünceler dimağında yerlerine oturmaya başlamışken kadın 4. katın penceresinde görülmüştü. Oturmuş düşüncelerin herbiri ilk okul hocasının derse girdiği an gibi ayaklanmış ve şiddetli bir heyecana sebep olmuştu. Kahveyi tutan parmakları titremeyle boğuşurken gözleri yanından boncuk haliyle bir kaç damla ter akmaya başlamıştı.

Yeni uyandığı her halinden belli olan kadın kırmızı bir sabahlıkla penceresine dayanmış sokağı izlemeye başlamıştı. Onun da elinde bir fincan vardı. Adam kahve olma ihtimalini geçirdi aklından. Fakat düşünmek bile beynine ilan ettirdiği sansür döneminin en büyük suçuydu ve idam edilmeliydi. Kadının makyajsız yüzü güzelliğini arttırırken dağılmış saçlarının karmaşıklığında adamda karmaşaya sürükleniyordu. Fincan belli aralıklarda rujsuz dudaklarıyla öpüşürken adam o an o fincan olmak istiyordu. Sokağı izleyen kadının ara ara gözleri kısılıp uzaklara dalıyor ara ara yanaklarında hafif bir tebessümün çizgileri yer alıyor ama her anında donuk bir ifadeyle sokağa bakıyordu.

Adamın kalbi hızlı çarpışlar içinde terle boğuşurken kadını izlemeyi asla bırakmıyordu. Bir putperest edasıyla en güzel saneme tapınıyordu adeta. Derken kadının donuk gözleri ani dönüşle adama dikildi adam taş kesildi anında, kalbi dahi atmıyordu o an hayatının durduğunu ve zamanın kırıldığını hissediyordu. Kadının üç saniyelik bakışı adam için 3 asır uzunluğundaydı. Kadının donuk gözleri adama takıldığında hiddet ile karışık neye bakıyorsun edası sergilendikten sonra kadın camdan anında kaybolmuştu.

Kahve yere çarptı, güneş gölge ile kapandı, sigara söndü, gözünün feri söndü... Sanki buzul çağı bir anda adamın odasında yeniden doğdu. Kadının bakışlarının sildiği binlerce düşünce anlamsızlık haline dönüşürken adam yere yığıldı. Bilinci yerinde fakat şaşkınlığın üstünde ki ağırlığı adamı eziyor ayakta durmasını imkansız hale getiriyordu.

Ne kadar zaman geçti belirsiz adam için çok uzun ama zaman için küçük bir an, kapı çalmaya başladı, yıllardır üstüne tek yumruk atılmayan kapı sanki yıkılıyordu... Adam öylece yerde kalıp kapıya bakıyordu, hareket edemiyordu.
Viewing all 48 articles
Browse latest View live